27 Eylül 2017 Çarşamba

Kızıl Boynuz ve Aydınlık Yüz



Kızıl Boynuz ve Aydınlık Yüz







'Sadece dediklerime kulak ver! 


Zamanın ne kadar kırılgan olduğunu bil ve ağzımdan döküleceklere karşı sıkı dur' 


Durakladı, bekledi ve düşündü... 


Ne konuşacağını bilmeden yarım ağız güldü, esmer dudaklarını birbirinden ayırarak.


Güldü üzerine kapılar kapatırcasına...


Ardından 'Kahve?' dedi.


'Kahve içer misin?'


Sustum ve sessizleşti aydınlığa kavuşmamış oda; acaba dudaklarının siyahını da doldurur mu kahve fincanına diye düşünürken, tekrar yineledi.



'Kızıl!' dedi...'Kahve içer misin?' 



'E e e e e vet' dedim şuursuzca, kekeleyerek.


Ardında bıraktığı ekşi koltuk altı kokusu...O etkilemiş olacak ki beni...Kekeledim! 


Sonra yerinden kalktı; döşemeleri kırık, nemli mutfağına doğru...


'Şeker?' dedi.


'Hayır' dedim. 


'Sevmez misin?' dedi.


'Hayır!' dedim ve ekledim: 


'ne şeker ne de esmer bir ten!...'


'Ne zamandan?' diye karşılık verdi.


'Çocukluğumdan...

İnşaat kumunun üzerine atlayarak, arkadaşlar tarafından onaylanmaya çalışan zamanlardan

Işık tutsun karanlığıma diye bir orospuyu çağırmaya başladığım anlardan

Gecemi bir orospunun aydınlık yüzüne teslim ettiğim pişmanlıklarımdan...'




H.Altıntaş
Siyah Gergedan




22 Eylül 2017 Cuma

Buluttan Yapılmış Pamuk Şeker



Buluttan Yapılmış Pamuk Şeker







Küçüldü...

Kitap gibi açtı sayfalarını, tanıtmak için kendini ve daha da küçüldü büyütmek niyetiyle başkalarını.

Öteki hep daha fazla verdi ağırlığını kurbanın omuzlarına

Diğeri ise daha da alçaldı zalimleşsin diye yara.

Oysa biri cüceydi alçakta, bir diğeri devdi bulutlarda…

Cüce kızdı tanrıya ve kıskandı göklerde ki yaşamı

Dev ise; kandı cüceye, aldı onu buluttan yapılmış pamuk şekerlerinin yanına.

Cüce büyümek için yaptı hamlesini ve bir karanlık vakti uykusunda boğmaya çalıştı devi.

Bir sabah vaktinde ise dağlayacaktı gözlerini görmesin diye gökleri. 

Ama ne yapıp edip öldüremedi; düşüremedi devi gökyüzünden.

Oysaki dev, herşeyden habersiz kendini anlatıyordu, cücenin haseti etrafında.

'Hareketleri ve düşünceleri kontrolsüz; 
kendini tanıtıyordu içtenlik reveransıyla...'

Ardından düşünceler düşünceleri kovalarken, son bir düşünceyle, indi yeryüzüne devi yukarıda bırakan cüce.

Dev ise bacaklarını sarkıtıyordu gökyüzündeki buluttan, pamuktan şekerlerinin eşliğinde.

Yeryüzünün saflığına ve cücenin iyi niyetine kendini kaptıran dev, toprağa düşen yağmur damlalarını izliyordu.

Hani arada aklından geçmiyor değildi cüce olmanın nasıl bir duygu olduğu, zira çok sevmişti cüceyi ve arzu ediyordu toprağa yakından bakmayı.

Sonra uzunca baktı yeryüzüne...

Nefes aldı ve kokladı toprağı...

Sarkıttığı bacaklarının, uyuştuğunu, toprak kokusunun kendi kanı ile karıştığını duyumsar gibi oldu.

Başını eğdi; ayaklarından birinin bacağından ayrı, toprak üzerinde yattığını ve cücenin diğer ayağını parçaladığını gördü.

Nefesi kesilecek gibi baktı cüceye; bırakmak zorunda kaldı kendini göklerden yeryüzüne. 

Koca bir gövdeyi, düşürdü yeryüzü 


Boylu boyunca uzandı toprağa dev


Kan; buluttan yapılmış pamuk şekerlerini boyamıştı


Ve düştü cücelerin komik devi...

Baktı cüceye dev ve ardından ekledi: 'İsteseydin' dedi.


'isteseydin benden canımı, bırak gövdemi kesmeyi, ruhumu armağan ederdim yeryüzüne, tek bir sözünle...'



Ardından sustu cüce ve öldü dev


Hiç bu kadar yakından bakmamıştı toprağa, bu iri masal yaratığı...





H.Altıntaş
Siyah Gergedan




16 Eylül 2017 Cumartesi

Bedensiz Ruh



Bedensiz Ruh





'Işığı açtığımda oradaydı'

Göz kamaştırıcı kanatları ve simsiyah gözleri ile bana bakıyordu.

Yanına yaklaştığımda yerinden hiç kıpırdamadı. 

Sanki beni önceden tanıyormuş gibi kanatları ile selama durdu.

Elimi ona doğru uzattığımda, parmaklarıma ters ters baktı, sonra yumuşadı.

Gözlerinden ve kanatlarından anlamıştım; beni tanıyordu.

Hemen ardından, düz yüzeylere kolayca tutunmasını sağlayan kırılgan bacaklarını parmaklarıma yerleştirdi, bu tıpkı lokomotifin parmaklarında yol almasını andırıyordu.

Sanırım bu onun için bir tür tanışma merasimiydi.

Ama sonra bir gariplik sezmiştim hareketlerinde.

Hareketleri durgun ve birazda itinasızdı; ömre.

Yaşamı; parmaklarımın götüreceği yerde yol alıyor ve sanki bana bir şeylerin iznini bırakıyordu.

Ben de iyilik yaptığım düşüncesiyle, onu pencere önünde biten bir otun üzerine yerleştirdim.

O ise hiç vakit kaybetmeden bıraktığım yerden tek bir hamle yaparak parmaklarıma geri geldi.

Sanırım beni hem tanıyor, hemde duyuyordu...

Oysa parmak ucuma bulanmış kanat tozları, kırılgan bacakları ve yavaş yavaş avucuma başını koyan toplu iğne büyüklüğünde ki simsiyah gözleri; acının son bulacağı gerçeği ile evime gelmişti.

Böylece pullarla kaplı olan kanatları ve saydamlığını yitirmeye yüz tutmuş eklem ucunda ki can parçası, durmak için bana bakıyordu.

Yelpazemsi gövdenin benden talep ettiği tek şey ise; zifir kaplı bir dokunuştan öteye gitmeyen soyut bir kapı aralanmasıydı gündüzü savuran.

Ardından kanat açmayacak gövdesi, geceyi sırtlanmak için avuç içimde hizaya geçti ve parmaklarımın arasından aktı gecenin kanı

zarif, hafif ve de özgür

aktı ruhunun kanı...

'Işığı kapattığımda orada değildi'







H.Altıntaş
Siyah Gergedan

13 Eylül 2017 Çarşamba

Kaldırım



Kaldırım





Konuştun...


Kelimeleri ağzında çarpıştırarak hep 

konuştun...

Ben ise; alt dudağının üst dudağına değdiği anları yakalamaya çalışıyordum.


Sen ise; trenleri raylarından çıkarıyordun betonarme üstüne.


Art arda savurmaların vardı kelimeleri indirir gibi eski bir ağaç kütüğüne.


Bana düşen ise; yalnızca saçlarındı 'uzaktan baktığım...'


Ardından sana benzeyen bütün güzellikleri sıralamaya çalıştım kafamın içinde


Ama hiç bir güzelliğe yakışmayacak Venüs kanıydı sende olan.


Her biri sırasıyla 'attılar kendilerini köprücük kemiğinden' bir daha bakmamak üzere...


Böylece durdum ve anları dondurdum beynimde, sana benzeyecek hiç bir şey bulamadım kimsede...


Oysa sen bir kuzgunu incitmiştin eylül vaktinde


O gece biri daha öldü içimde, yaprakları altın bir meşenin gölgesinde...


Bana düşen ise; yalnızca saçlarındı'uzaktan baktığım...'


Altın rengine boyanmış; sapsarıydı saçların...




H.Altıntaş
Siyah Gergedan










11 Eylül 2017 Pazartesi

Sunak


Sunak




Basit bir kap ve içinde Afrika yerlilerinin kadınları için sakladığı kandan bir elmas.

Üç bin yıllık baobap ağaçlarının kutsallığı ve bekareti bozulmamış kızların toprağa boşalttıkları ter damlaları nezaretinde orman.

Asalet ile sefaletin karanlık cürmü olan bir köyde, göğüsleri ve rahmi yeni parçalanmış, kapkara bir kadın...

Kutsallığın ilaç sayıldığı, psişik salgılarla bacakları iki yana açılmış, kiremit rengini andıran vajinasından çocuk kusan biri daha...

Sis bulutları arasında yerli adamın ruhlarla olan irtibatı ve yüksekte kana susamış bir tanrı sunağı dış cephede.

Sütsüz dudakları, dişi bir geyiğin koparılan kafasından akan kan ile beklemetilmekte. 

Mutsuzluğu yamaca taşıyan köpüklü jaguar kanında basitçe peydahlanmış bir bebek, tanrının yüzünü güldürmek için sıraya geçmekte.

Yerli; elindeki keskin bıçağı, korkudan bir hayli karaya çalmış boyuna saplayarak, gözleri açık giden bir bebeği tanrının kanlı gülüşüne emanet etmekte.

Ardından dinginleşen kalabalık...

Sakinliğini koruyan orman...

Bilge bir yerlinin 'bebeğin ruhunun vahşi bir hayvanda ihtiva ettiğini' dile getirmesi 

ve karanlığın içinde ateşe koşan siyah bir gergedan çığlığı.


'Karanlığın cazibesine koşan; siyah bir gergedan...'




H.Altıntaş
Siyah Gergedan