24 Mayıs 2021 Pazartesi

Simsiyah Kanatlar

Simsiyah Kanatlar








Bir zamanlar kadının biri,


yüreğimi harap olmuş kül tablası kokusuna çevirmişti.





Diken dolu ağacı kemirdi ağaçkakanın gagası, 


canımı ağaç kabuğuna dönüştürüverdi birden.




Kapının girişi giriş olmaktan uzak,


çıkışı yaşamın kucağına açılan saltanattı.




Bir zamanlar bir kadın kaybettim,


tenimden akan ter damlasıyla beraber.




Son damlayı da, 


dudaklarımın yamacından aşağı sarkıttım.





Kanat çırptım, 


dünyayı yeni baştan yapmaya yeminler ederek.





Şimdi dolaşıyorum gökyüzünün kara bulutları içinde,


isimlerini yağmura bırakarak.




Ruhumdan geçen, tuzu bitmiş denizin, 


elime tutuşturduğu tohumları yeryüzüne bırakıyorum.





______





Şimdi duydum pervane böceklerinden; 


peri masalları ile süslenmiş bir kadın varmış, 


tadı cennet bahçelerini andıran.



Varmış cennette altınları, 



mutluluğuna yetecek kadar.




Sordum kendi kendime, 


yaşam her türlü koşulun altında yatan çözümü, 


sen peşinde ararken değil, 


arkanı dönünce sana uzatıyorsa; 


belki sırtımı dönünce bana da yapar aynısını. 

 




______





Öyle ise sana söylüyorum,


sende kırmak ister misin kanatlarımda ki yetim tüyleri?




Parçalar mısın sende, 


kalbimin sevgi dolu tohumlarını?





Alır mısın benden yüreğimi,


yeni bir kalp takar mısın yoksun yaşamıma?




Bırakır mısın sende beni, 


ya da bırakmalı mısın?




Görürüm tüylerim, 


pek parlak sayılmazlar.




Yüreğim delik deşik içinde 


ama yalan dolan da söylemem sana.




Yine de


almaz mısın beni sıcak yuvana?





Terkedenler: 


kendinden vazgeçmiş terkedilenlerdir, bilmez misin?


                     



 _____  






Bilseydim çiçek sevdiğini, 


tüylerimden bir buket hazırlamaz mıydım sana.




Bilseydim bana ait olamayacağını, 


dokunur muydu sünepe gagam hiç benim olmayacak tene.




Sanırım, 


ben kendimi yıktım ve gök düştü başıma.




Sanırım ben böyleyim, ne olacağını bilmeden


kararan günün kararan yolcusuyum 


ardımda özlemlerimi 


koklayarak uçan.




















H.Altıntaş

Siyah Gergedan

Değirmen Kanatları Refakatinde Sulusepken


Değirmen Kanatları Refakatinde Sulusepken





Ellerinin yol haritasından geçerken 


bir gülücük kondurdum 


yel değirmenlerine saldırmaya yakın.


Kayıp giden yol 


zamanın eşit parçalarına 


dudak bükerken 


gece ile gün ışığı 


ellerine birer koz aldılar 


attılar deste deste


karla karışık yağmurun içine.


Yıkadı çamaşırlarını. 


Kirli düşünceleri 


derinliklerde 


çaresiz balıklara yem oldu.


Değirmenci, 


karşıdan gelenin 


yarım yüzünü gördü. 


Bekledi 


darmaduman kalbiyle.


Değirmen, 


atlı adamın 


hor görülmüş yüreğinin 


sancısıydı


gece ve sabahın çekmecesinde.


Toz bulandı adamın mızrağına. 


Değirmen, 


değirmencinin


en yakın su birikintisiydi 


bilincin altında.


Ateş sardı atlının mızrağını 


ve değirmenci çekildi 


değirmeninin önünden. 


Uzandı gözlerinden içeri mızrak


ve yerle bir oldu kuytu köşelerin 


atından düşen kahramanı.


Kırılgan çocuk bedeni,


yel değirmeninde sallandı


rüzgarın okşayışıyla beraber.


Ve kan aktı 


ama sen 


yoktun 


o sabah...










H.Altıntaş

Siyah Gergedan

Uçurtmanın Kuyruğuna Yıldırım Düştü

Uçurtmanın Kuyruğuna Yıldırım Düştü










Akşamdan kalma, 


egzoz dumanıyla boğulurken 


aşkımın kesik başı arasında


salındım karalar giymiş denizin tam ortasına.


Sandaldan sana sesleniyorum,  


balıkçının ağına takılmış zarafet ışığıyla.




Tahta masanın ayak parmağı olmuşum, 


Şimdi sallanan aşkıma kağıt koyman için 


bekleyip duruyorum.




Oturup düşününce


ayak bileğine kavradığım ellerimi


içime işler tanrının dokunuş mucizesi.




Peki, alır mıydın beni içine?


Saklambaç oynama bahanesiyle 


saklanırdım içindeki her yere. 




Farkındayım çokça düşünmeyeceğini. 


Ben tekerlekli sandalyede, 


senin ise; yürümendi fark. 


Fakat bir şair olsaydı seni seven, 


kabul et;


kestane rengi saçlarınla asardı kendini.




Olsun, 


sen yinede görmezden gel 


kırılan ayak parmaklarımı. 


Sakın gücenme bana,


çünkü sen değilsin kabahatli. 




Hadi şimdi 


yorgun bir yağmur dansı ifa et


benim için.


Gerçekleştir bakalım,


acaba yakalar mısın beni 


yağmur damlacıkları arasında.





Az önce kendimi renklere verdim. 


Hani bu sabah 


gökkuşağı çıktı ya mavilikler arasında; 


işte onu ben yaptım 


senin için 


kay-bet-ti-ğim par-ça-la-rım-la...

















H.Altıntaş

Siyah Gergedan


21 Mayıs 2021 Cuma

Martının Kendini İnsan Sanması

Martının Kendini İnsan Sanması











 Uçarken sıçradığım toprağın, 


salıncak ile dansını tanımıştım


beyin odacıklarında sallanırken.


 Kafamdaki uyuşukluk, 


yanlış yerlerden fısıltı ile gelen


sözcüklerin tılsımına kapılmıştı.


Şimdi tam olarak 


zaman kavramını unutmuş olsam da; 


zarar dolu 


ama bir o kadar da 


çekici gelmişti gözüme


umutsuzluğun körüklü ateşi.


 Kimdim?


Neydim? 


Eskisi yenisine göre 


daha mı tatminkardı uçurumları izlerken, 


bilemezdim.


 Anlatacaklarım, 


bir martının 


gagasının arasından çıkan


belki de en olanaksız sözlerdi, 


eğer beni yadırgamazsanız.


Sanırım zorluk çekmeden anlarsınız;


içimdekini özgürce.


 Yine her zaman ki günlük yaşam savaşımı verirken 


uzakta takılı kalmıştım 


iki ayaklının kafatasındaki odacıklara.


Deniz toprağa sanki savaş açmıştı, 


bizler ise tıpkı gondol sefasındaydık 


perdeli ayaklarımla yemekleri avlarken.


 İşte o zaman tanıdım 


beyaz teni ile 


insanlığı gölgede bırakan kadını.


O tanımazdı beni. 


Hayır! Hiç tanımazdı, 


ama ben onu çok uzun süre 


sabırla tanıştırdım


kafamdaki çelişkilerle.


Yavaş yavaş kabul ettirdim 


ve sokuldum bilincine, usulca...


Hayal değildi gördüklerim,  


çirkin cadının armağanıydı 


yalnızca içime giren.


 Kafası bulanıktı, 


biraz da dalgın. 


Ne yapacağına karar veremeyen yapısı ile savruluyordu 


benim gibi dalgaların arasında 


ama onun perdeli ayakları yoktu


tutunamazdı benim gibi 


tuz kokulu maviliklere.


 Etrafında dolandım, 


beni diğer martılarla karıştırmış olmalı ki; 


iki ayaklıdan aldığı ekmeği savurdu rüzgara.


Hızlı bir dalışa geçtim, 


rüzgarın çarptığı beyaz tüylerim bağrışıyordu.


Daha hızlı olmalıydım! 


Onun elinden kopup gelene, 


karşı konulmaz bir istek vardı.


 Hayır! O beni tanımamıştı 


ama ben onu evden alıp 


eve bırakırdım.


Gagamın açılışı ile perdeli ayaklarımın 


fren yapması arasında geçen sürede 


aldım bana sunduğu ekmeği.


Gördü beni, 


tanıdı sandım, 


diğerlerinin arasında 


daha farklı olduğumu göstermek için 


yanına yol aldım. 


Seslendim,


kanat çırptım, 


fakat farkına varmadı.


Elindeki şişeyi fırlattı üzerime!


 Zavallı kanadım;


o günden beri 


hep acı içinde


sitemde bulunur 


geride bıraktığı tüylerini düşününce.


 Kötü bir istek değildi ki bendeki, 


sadece beni farketmesini istemiştim. 


Diğerlerinden farklı olduğumu,


içimde insan ruhu taşıdığımı, 


görüntümün altında yatanın 


et parçasından ibaret olmadığını 


anlatmaya çalışmıştım. 


Elimin ve kolumun olmadığı bu gezegende 


nasıl şiir yazılır bilemem. 


Belki de, 


şiir yazmak için 


ellere gereksinim duyanlardan değilimdir,


kim bilir.


Belki de 


bir martının 


kalbini susturacak güzellikte


bir ruh yoktur evrende.


Belki de, 


sen haklısındır. 


Kanadımı kıracak kadar 


güzellik


barındırmamışımdır içimde...





















H.Altıntaş

Siyah Gergedan