Martının Kendini İnsan Sanması
Uçarken sıçradığım toprağın,
salıncak ile dansını tanımıştım
beyin odacıklarında sallanırken.
Kafamdaki uyuşukluk,
yanlış yerlerden fısıltı ile gelen
sözcüklerin tılsımına kapılmıştı.
Şimdi tam olarak
zaman kavramını unutmuş olsam da;
zarar dolu
ama bir o kadar da
çekici gelmişti gözüme
umutsuzluğun körüklü ateşi.
Kimdim?
Neydim?
Eskisi yenisine göre
daha mı tatminkardı uçurumları izlerken,
bilemezdim.
Anlatacaklarım,
bir martının
gagasının arasından çıkan
belki de en olanaksız sözlerdi,
eğer beni yadırgamazsanız.
Sanırım zorluk çekmeden anlarsınız;
içimdekini özgürce.
Yine her zaman ki günlük yaşam savaşımı verirken
uzakta takılı kalmıştım
iki ayaklının kafatasındaki odacıklara.
Deniz toprağa sanki savaş açmıştı,
bizler ise tıpkı gondol sefasındaydık
perdeli ayaklarımla yemekleri avlarken.
İşte o zaman tanıdım
beyaz teni ile
insanlığı gölgede bırakan kadını.
O tanımazdı beni.
Hayır! Hiç tanımazdı,
ama ben onu çok uzun süre
sabırla tanıştırdım
kafamdaki çelişkilerle.
Yavaş yavaş kabul ettirdim
ve sokuldum bilincine, usulca...
Hayal değildi gördüklerim,
çirkin cadının armağanıydı
yalnızca içime giren.
Kafası bulanıktı,
biraz da dalgın.
Ne yapacağına karar veremeyen yapısı ile savruluyordu
benim gibi dalgaların arasında
ama onun perdeli ayakları yoktu
tutunamazdı benim gibi
tuz kokulu maviliklere.
Etrafında dolandım,
beni diğer martılarla karıştırmış olmalı ki;
iki ayaklıdan aldığı ekmeği savurdu rüzgara.
Hızlı bir dalışa geçtim,
rüzgarın çarptığı beyaz tüylerim bağrışıyordu.
Daha hızlı olmalıydım!
Onun elinden kopup gelene,
karşı konulmaz bir istek vardı.
Hayır! O beni tanımamıştı
ama ben onu evden alıp
eve bırakırdım.
Gagamın açılışı ile perdeli ayaklarımın
fren yapması arasında geçen sürede
aldım bana sunduğu ekmeği.
Gördü beni,
tanıdı sandım,
diğerlerinin arasında
daha farklı olduğumu göstermek için
yanına yol aldım.
Seslendim,
kanat çırptım,
fakat farkına varmadı.
Elindeki şişeyi fırlattı üzerime!
Zavallı kanadım;
o günden beri
hep acı içinde
sitemde bulunur
geride bıraktığı tüylerini düşününce.
Kötü bir istek değildi ki bendeki,
sadece beni farketmesini istemiştim.
Diğerlerinden farklı olduğumu,
içimde insan ruhu taşıdığımı,
görüntümün altında yatanın
et parçasından ibaret olmadığını
anlatmaya çalışmıştım.
Elimin ve kolumun olmadığı bu gezegende
nasıl şiir yazılır bilemem.
Belki de,
şiir yazmak için
ellere gereksinim duyanlardan değilimdir,
kim bilir.
Belki de
bir martının
kalbini susturacak güzellikte
bir ruh yoktur evrende.
Belki de,
sen haklısındır.
Kanadımı kıracak kadar
güzellik
barındırmamışımdır içimde...
H.Altıntaş
Siyah Gergedan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder